“Annen Yok, Kimsen Yok!”
“Onun için başkalarını memnun etmeye çalışırsın!”
Tribündekilerin çoğu olasılıkla anne-babaydı. Birkaç düzine de öğretmen belki. Ancak orada olma sebebimiz başkaydı. Ne bir kişisel gelişim seminerindeydik ne de imza gününde. Kızıltoprak’tan birlikte gitmiştik Levent’e. Öteki iki düzine kişiden biri olarak sahnedeydi. Tek tek kendilerini tanıtıyor ve deneyimlerini paylaşıyorlardı. Sıra ona geldiğinde mikrofona yaklaştı. Şu üç kelimeyi söyleyip bir es vermişti ki… Onun da orada olduğunu bilmeyen (sadece anneler, babalar, öğretmenler değil) birkaç bin kişilik salonun tamamı başka bir şey söylemesine izin vermeden dakikalarca dinmeyen bir alkış tufanı kopardı. Sadece şu üç kelimeyi duyunca: “Ben Doğan Cüceloğlu!”
Demek ki neredeyse otuz seneye gidiyor tanışıklığımız. Hocamız, ağabeyimiz, mentorumuz, liderimiz! Bugün karlar içinde kapkara bir gün! Öğleden sonra telefonu kurcalarken ekranda gördüğüm flaş habere önce inanamadım. Kaynak güvenilirdi. Yine de çapraz kontrol yapmadan edemedim. Bir umut! Belki bir başka sosyal medya sahtekarlığıdır! İnsanları kimi zaman öldürmekle kimi zaman da linç etmekle görevli bir kitle var ya hani! İlk defa öyle olmasını arzu ettim! Değilmiş! Haber doğru çıktı! Doğduğundan bir hafta sonra vefat etti. Ve 83 yıl!
Baudrillard “simulakre”lerden, “simülasyon”dan bahsederken kafamızı sallarız ama şu çığlıklarını duymamak için iç sesimizi sonuna dek kısmaya çalışırız: “Ne diyor bu Allah aşkına?”. Sonra Doğan Bey sazı eline alır ve “Mış Gibi Yaşamak” der! Anlarız! Dehası bundandır. Bizim lisanımızla konuşur; yazar. Entelektüel kibire kapılmadığı için severiz onu. Samimi olduğu için, kendisini gerçekleştirmenin kendimizi gerçekleştirme sürecinde bize yardım etmekten geçtiğini gördüğümüz için severiz onu.
Kuyudakilerden birisinizdir. Çoğunlukla kendi dişiniz tırnağınızla birazcık(?) da kuyudaki diğerlerinin desteğiyle, doğa üstü bir çaba sarf eder; kuyudan çıkarsınız! Sonra ne yaparsınız? Doğan Bey çıkar çıkmaz elini kuyudakilere uzatan birisiydi! Ötekilerinin çoğu üstünü başını temizleyip, sanki hiç o kuyuda bulunmamış gibi oradan ışık hızıyla uzaklaşırken! Onun için severiz!
İçimizdeki bizden bahseder. Anlam arayışındaki savaşçının yolculuğundan bahseder. Bu yolculukta yardım etmek üzere orada duran donanımları gösterir. Eşinden, çocuğundan, ebeveyninden mustarip olanlar ondan medet umar! Doğan Bey kendini ayna yapıp onlara doğru tuttukça onlar Doğan Bey’e bakarlar da sorunun kaynağında kendilerinin olduğunu “göremezler”. Yine de tatlı tatlı güler. Hamlığımızı yüzümüze vurmaz. Onun için severiz!
Dış tanıklığa değil iç tanıklığa önem veren birisiydi. Çok acı çekmişti. (Çocukluğunda Silifke’deyken ölmemiş olması mucizedir). Acı çektirdikleri de olmuştu. Çelebiydi. Kendisiyle dalga geçmesini bilirdi. Ondan öğrendik kendimizle dalga geçebilmenin kendimize güç veren bir şey olduğunu. Onun için sevdik.
Bir bilim insanı olmasını lisedeki öğretmeninin yönlendirmesine borçlu olduğunu söylüyor. Belki de diyorum bunu annesi(zliği)ne borçluydu. İntihar etmeye karar verdiği sabah da ötelerden seslenip “Yapma oğlum” diyen. “Annen yok, kimsen yok! Senin bir şey istemeye hakkın yok! Onun için başkalarını memnun etmeye çalışırsın!” Yakın çevresi için bunu terk etmeyi bilmişti belki ama onu yetiştiren toplumu için insanı için bundan bir an olsun vazgeçmedi! Dileyelim ki değeri unutulmasın. Hayatı boyunca o insanlarla inşa ettiği anlam silinip gitmesin! “Değer” yaşa(tıl)mazsa, “anlam” da uçar gider!
Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 257 26.02.2021)