Dijital Beyaz Atlı
Kitleleri yozlaştıran televizyon-sosyal medya mı, yoksa ekonomik refahı sağlayamayan kamu yönetimi mi?
Zaman zaman fahri dedektiflerimizin televizyon kanallarındaki programlarını izliyorum. Evden kaçan eşini, çocuğunu arayanlara yardım eli uzatan programlar. Odaktaki kişilerin birçok ortak özelliği var (bu konuda akademik bir araştırma yapıldı mı, yoksa sosyologlar sosyal medya alanında olduğu gibi bu popüler alanı da ıskalama konusunda ısrarcı mı?) Bu ortak özelliklerin başında ekonomik ve sosyokültürel anlamda düşük gelir ve eğitim grubu mensubu olmaları geliyorsa onu sosyal medya kullanıcısı olmaları takip ediyor.
Yaşadığı hayattan haz almayan, ancak kaderine de büsbütün boyun eğmeyenler çareyi sosyal medyadan birileriyle tanışıp kendilerine yeni bir hayat kurmaya çalışmakta buluyorlar. Ancak bunu o kadar hızlı yapıyorlar ki detayları öğrenenler şaşkına dönüyor. Örnekler bol. Üçüncü çocuğuna hamile bir kadının üç ay önce tanıştığı birisine kaçması… Bir başkasının sosyal medyadan tanıştığı birisiyle kaçması, bir süre sonra geri dönmesi, sonra aynı yolla bir başkasına kaçması… Bir başkasının daha boşanmadan, kaçtığı adamla düğün yapması…
Televizyon ile başlayan toplumsal yozlaşma süreci internet ve sosyal medya ile yeni bir boyut kazanmış durumda. Televizyon internet ile kıyaslandığında daha masum. Yaydığı mesaj tek yönlü. Televizyonu izleyenler, nelerden mahrum bir hayat yaşadığını görüyordu görmesine ama o hayata ulaşmak lojistik sebeplerden dolayı çok zordu. O nedenle televizyonun “şirazesi kaymış ahalisi” hayatlarını iç geçirmenin ötesine geçemeden sürdürdü.
Ancak onların çocukları-torunları daha avantajlı. Sosyal medya sadece mahrum kaldıkları yaşam tarzlarını göstermekle kalmıyor. O tarzı ellerini uzatıp alabilecekleri yakınlığa kadar getiriyor. Bul bir beyaz atlı prens, kurtar kendini! İster köyde ister kentte yaşıyor olsunlar, fark etmiyor. Modern, postmodern ya da dijital toplumun bu medya araçları, feodal bir hayat süren bireyler için bambaşka bir amaca hizmet etmek üzere dönüştürülüyor. Önlerinden geçip gitmekte olanlar aslında kendilerinden farksız. Ancak önce her türlü zinciri üstlerinden atıyorlar (sosyal medya sağolsun, dileyen dilediği kimliğe bürünüp, dilediği şekilde iletişim kurabiliyor). Sonra da onlardan birisini bulup, onu “kurtarıcı beyaz atlı prens” gibi görüyorlar; yapıyor. Ötesini başkaları düşünsün!
Hayat zorluğu zamanı o denli daralttı ki ince şeyler bir yana kimsenin iki adım sonrasını görmeye ne motivasyonu ne takati ne de donanımı var! Her şey şimdiki zamanda. “Bugünü, bu saati, bu dakikayı iyi geçir de bir sonrakine sonra bakarsın” kara deliği önüne geleni yutuyor!
Kimse de çıkıp işin bu boyutunu sorgulamıyor. Anılan programların ev sahipleri, kaçıp gidenleri yasaların önerdiği şekilde davranmamakla suçluyor. Madem eşini sevmiyorsun, önce ondan boşan, sonra git kiminle ne yapıyorsan yap diyorlar. Belki de bunu demek zorunda kalıyor-bırakılıyorlar. Çünkü böyle diyen kadınların başına gelenler (şiddete maruz kalma, öldürülme) tam da yaşadıkları bu ülkede gerçekleşiyor.
Daha üzücü olanın ise bu programlar sayesinde ne ebeveynlerin çocuklarını ne de eşlerin birbirini sevip saymadıklarının anlaşılması. Herkesin tek bir ortak derdi var. Para. Sosyal medya ya da televizyon. Bunlar dolaylı tetikçi. Asıl müsebbip perde arkasında saklanmaya devam ediyor. Hakça paylaşım imkânı sunamayan, gelir dağılımındaki uçurumu kapatamayan ekonomi politik.
Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 323 02.06.2022)