İlerleyelim Beyler!
Geleneğin son kullanım tarihinin geçmiş olduğunu insanlara kabul ettirebilmek için ilerlemenin sağladıklarının şimdikinden çok daha fazla olması gerekmez mi?
Poedat Kolektifi’nin bu yılki konferansı 21-23 Aralık günlerinde Stüdyo-X İstanbul’da gerçekleşti. Konferansın üçüncü günündeki bazı oturumlara katılabildim. Farklı disiplinlerde akademik eğitim görmekte olan gençlerin çalışma alanlarıyla ilgili sunumları renkliydi. Katıldığım oturumlardaki konuşmacıların çoğunluğunun ODTÜ’lü olması beni ayrıca gururlandırdı.
Alman kültürüne özgü “Bildung” (formasyon, bireyin kendisini yetiştirmesi) kavramı ile gelenek olgusunu karşılaştıran Ö.Çağatay Balkaya’nın konuşması özel olarak ilgimi çekti. Kendini yetiştirme sürecinde gerek teorik gerekse de pratik alanlarda çalışmalar yapan ve o arada “şey”leri de değiştirebilen birey bir yanda. Öteden beri süregelen, belli bir bilinç ile kültüre şırınga edilmiş “gelenek”in uydusu haline gelen/getirilen/getirilmek istenen birey diğer yanda.
Yetmez; biraz daha derine inmeli. Bireyin kendisini teorik ve pratik anlamda geliştirmesini istemesinin gerisinde yatan kök sebep nedir? Bu süreçte “şey”leri değiştirme (keşif, icat, ilerleme vb) bir yan ürün müdür? Yoksa kapitalizm bu sonuçların üretilebilmesini sağlamak üzere bireyin kendini tanıma-arama-bulma sürecini perde arkasından desteklemekte midir? Sanayi toplumunda bireyin önemi ontolojik bir köke dayanmamakta. Yaşı tutanlar 21.yüzyıl içinde bunun pratik ispatını görecekler. İşgücünün “insan”dan “makine”ye kayması geometrik düzeyde artacak.
İzleyebildiğim kadarıyla “gelenek” olgusu da batı gözlüğü ile irdelendi. Doğrudan batılı kaynakların temel referans kitapları-çalışmaları ile bunları baz alarak bu toprakların son yüz elli senesini irdeleyen yerli kaynaklar. Ortak özellikleri olsa bile Avrupa kıtasının sosyo-kültürel ve yahudi-hıristiyan odaklı dini mirası üzerinden tanımlanan “gelenek” Türkiye dahil doğu kültürü için ne denli doğru bir referans olabilir? (Örneğin batı referansı ile irdelendiğinde bildung olgusunun tasavvuftaki ilme’l yakin ve ayne’l yakin kavramlarıyla olan benzerliği tespit edilemez).
Doğrusu gelenek ya da görenek kavramlarının 21. yüzyılda hala hayat bulmasının gerisinde yatan sebepleri derinlemesine incelemek gerekir? Bildung olgusuna geri dönersek. Yeryüzündeki her bireyden kendini arayıp-bulmasını beklemek adil midir? Böyle bir arzu/kapasite herkeste var mıdır? Her birey yaşam mücadelesini kendini güçlü hissettiği silahlarını kullanarak vermekte. Tembel, fırsatçı ya da dalkavuk “model”lerin gerisinde yatan makul sebep biraz da bununla ilgili. Herkes önden gidecek kadar cesur değil. Birileri de ayak izlerini takip edecek ve liderin hışmına uğramamak için (diyelim ki) onun gönlünü hoş tutmak zorunda kalacak.
Açıkçası gelenekçilik ya da muhafazakarlık gibi olgular her devirde taraftar bulacaktır. Öte yandan tatminkar cevap bulunması gereken soru belki de şu: İlerleme neden istenir? En iyi örnekleri sanayi toplumunda görüldüğü üzere ilerleme bireyin hayatını cennete çevirmeyi sağlıyor (mu?). Bu dönüşümden her birey eşit düzeyde istifade edebiliyor mu? Çözülen bir sorunun yerine daha büyüğü ortaya çıkıyor. Geleneğin son kullanım tarihinin geçmiş olduğunu insanlara kabul ettirebilmek için ilerlemenin sağladıklarının şimdikinden çok daha fazla olması gerekmez mi?
Resme teknolojiyi de eklemeli. Özellikle son on beş sene içindeki dijital gelişmelerin (internet, sosyal medya vs) bu çatışma üzerindeki olası paradoksal dönüştürücü etkisini irdelemeli. Bunu da bir sonraki yazıda ele alalım.
Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 145 – 04.01.2019)