Post-Truth’un Soyu
İlerlemek, sömürmek için değildir!
Post-Truth olgusu acaba ne kadar eski? Popüler kültürün dediği üzere gerçekten de 2016’dan beri mi hayatımızda? Yoksa insanlık tarihi, Aydınlanma Çağı’ndan beri dönüştürdüğü birkaç yüz milyonluk şanslı (?) azınlık hariç, hep post-truth mu? Yüz küsur sene önce Fikret şöyle “Hasbihal” ediyordu okul çocuklarıyla: “Size ne mutlu çocuklar / Güzel kitaplarınız var / Öğretmenleriniz de iyi / Öğretiyorlar her şeyi / Tahta, sıra hep mükemmel / Hiçbirisi yoktu evvel / Hasırlarda sürünürdük / Evlere hep cahil döndük”.
Post-truth ya da Türkçesi ile gerçek-ötesi, doğru-ötesi kulağı biraz tırmalıyor. Ama cahil bırakma, yalancılık, riya, çarpıtma, korkutarak zorla kabul ettirme, sömürme gibi kavramlara başvurulduğunda ne kadar köklü bir geçmişe sahip olduğu anlaşılacaktır. Daha az gücü, bilgisi ya da imkanı olanlar tarih boyunca daha güçlüler-kurnazlar-fırsatçılar tarafından güç için, çıkar için hor görülmüş, ezilmiş, sömürülmüş, türlü türlü işkence ya da cezalara maruz bırakılmış.
Dünyanın değişik coğrafyalarında kültürel ögelere göre bu süreç türlü kavramların gölgesine sığınılarak yürütülmüş. Anlaşılan o ki bizim coğrafyamızda gölgesine saklanılan olgu da “aman devletimize bir şey olmasın” hassasiyetidir. Yani devletin bekası! Devlet neden bu kadar önemli? Yoksa Türkiye Cumhuriyeti’nden önce kurulmuş olan o on altı devletin yerinde bugün yeller esiyor olmasından dolayı mı? (Bu olgu da tartışmalıdır. Bu on altı Türk Devleti teorisi ancak elli yıllık bir tarihe sahiptir. Bazıları listedeki kimi devletlerin Türklüğünü tartışırken, şunu da anımsamakta fayda var ki 12 Eylül’e dek Cumhurbaşkanlığı Forsu’ndaki yıldızlar o devletleri değil, Anadolu’da kurulmuş olan Selçuklu öncesi beylikleri temsil ediyordu).
Pek sayılmaz! Türk’ün devlet anlayışında devletin bir sahibi vardır; “han”, “sultan”, “padişah”. Devlet hanedanındır, onun bekası hanedanın bekasıdır. Görünen o ki cumhuriyetten sonra bu makamı devlette görev yapan kimi memurlar ile onların çevresine kümelenen parazitler üstlenmiş. Amaç ise aynı. Dün han için, sultan için, padişah için verilen mücadele bugün o memurların kişisel çıkarları için verilir olmuş!
Eğitim dolaylı yoldan bir imkan sağlıyor. Bireyin aldatılamaması, sömürülememesi, korkutulamaması için onu bilgi ile donatmayı hedefliyor. Bilgi ile donanan birey yalan, gözdağı, sömürü ya da post-truth aldatmaca ya da tehditlere karşı durabilecektir. Internet dünyanın sonundaki köye kadar ulaşıp herkesi birbirine bağladığında aynı anda iki mekanizmanın diğerlerini geride bıraktığı gözlenmeye başladı: Bir yanda kişisel ikbal peşinde koşan ve hedefe ulaşmak için her şeyi kullanma konusunda tereddüt etmeyenler, dezenformasyonu bir silah haline getirip, kitleleri uzaktan hipnoz ediyor (“algı yönetimi”). Diğer yanda kitleler eğitim alıp kaderini değiştirme zor yolunu seçmek yerine kendisi gibi olanlarla kenetlenip, çoğunluğun tahakkümü kestirme yoluna kaçıyor (“zor, oyunu bozar”).
Bir başka deyişle herkes çok meşgul, herkes çok haklı. Ama aynı zamanda herkes çok mutsuz, herkes büyük bir boşlukta. Arada kalan o birkaç yüz milyonun soyundan gelenler (ya da her çağda onlara katılanlar) ise Fuzuli’ye başvuruyor ister istemez: “Söylesem tesiri yok / Sussam gönül razı değil”. İlerlemek, sömürmek için değildir!
Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 271 03.06.2021)