Üç Derdimiz Var
Bir cahillik, bir özgürlük yanılgısı, bir hadsizlik!
Eskiden Karacaoğlan derdi ki: “Üç derdim var, birbirinden seçilmez: Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm”. (Yaşı tutanlar bunu Ersen ve Dadaşlar’ın şarkısı olarak da bilir). Şimdi üç yeni derdimiz daha var birbirinden seçilmeyen: Bir cahillik, bir özgürlük yanılgısı, bir hadsizlik.
Özgürlük yanılgısı kapitalist batıdan devşirme. Diğer ikisi ise daha ziyade İslam öncesi putperest dönemdeki Orta Doğulu müşriklerin günümüze gelmiş torunlarından. Özgürlük yanılgısını modernizm ile eş tutmak moda oldu. Bir insanın özgür olabilmesi için önce kendisini bilmesi gerekiyor. Her köşeye sıkıştıklarında “ama bu benim bireysel özgürlüğüm” diyenlerin kaç tanesi “kendini bil”iyor?
Özgürlük yanılgısı virüsünü yaymada sosyal medya mecburen suç ortağı oldu. Çünkü daha etkili bir başka mecra yok şu an dünyada. Ona güzel bir isim de bulundu: “Deneyim”lemek! Böylece amaç, sonuç, kıssadan hisse gibi akıl yürütmeyi gerektiren parça bertaraf edildi. Artık sürecin kendisi amaç: “Bugün Beşiktaş sahilinde kaşarlı simit yeme deneyimi yaşamak istiyorum!” Deneyimleme “işinin” gerisinde yatan şeyler büyük! Öncelikle müthiş bir tüketim. Sonra genç kuşakların boşlukta sallanma hissinin ortadan kaldırılması..
Kendini bilen İslam alimleri dinin beş değil yedi şartı olduğunu bile gündeme getirmiş. Altıncısı “haddini bilmek”. Yedincisi ise “haddini bilmeyene, haddini bildirmek”. Bu sonuncusu bu profildeki bir kişinin yapmayacağı türden bir davranış olarak değerlendirilip, çelişkili bulunabilir. Pek değil! Öğrenme yolundaki bireye haddini bildirmek yolun bir parçasıdır. Yolu katetmiş olanlar ise zaten haddini bilmeden bunu başaramayacaklarından hadsizlik etmez; kendilerine had bildiren de olmaz!
Peki her şeyi özgürlük yanılgısına havale edip, cahil kalmayı, hadsizce davranmayı ısrarla sürdürenlere ne olacak? Kara çarşafı ile daha önce gidemediği sahillere gidip, o giysilerle denize giren böylece daha özgürleşmiş mi oluyor? Yoksa ne kadar cahil (kültür yoksunu), ne kadar hadsiz olduğunu beyan mı etmiş oluyor? Halka açık mekanlarda sanki evindeymiş ve kendisinden başka kimse yokmuş gibi davrananları (bağıra bağıra konuşma, cep telefonun hoparlörünü açıp video izleme vb.) kim eğitecek? Onlara kim halka açık mekân kültürünü öğretecek?
Görünen o ki bu diyarlarda ne diyarına sahip çıkan bireyler var ne de kamu kurumları. Her gelen eyleyebildiği ölçüde kendi yöresinden bildiği-öğrendiği kurallarını tatbik etmek istiyor. Sanki en iyisini kendisi biliyormuş gibi. Hadi dün yaygın iletişim araçları yoktu. Bugün? Her şey var. Ama bu kez de sorumlularda motivasyon yok! (Demek ki Sophialar sadece özel sektörü değil kamu yönetimini de ele geçirecek!)
Bazı hususlar din kisvesi, bazıları ise devletin bekası bahane edilerek bireylere dayatılıyor. İnsancıklar Allah böyle istedi diye, aman devletimiz zayıflamasın diye, bu kişisel çıkar ve ikbal peşinde olanların ekmeğine yağ sürüyor. Kabahat çarşafla denize girende ya da müziği yüksek sesle dinleyende değil. Onları öylece kültür yoksunu, cahil, hadsiz sokağa yollayıp hadi özgürlüğünü deneyimle diye güdüleyenlerde! Doğrudan ya da dolaylı yollarla.
Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 387 07.09.2023)

