Dijital El Alem
Ağlarsa yapay zekâ ağlar, o da yalan ağlar!
Sürü kendisinden kopmak isteyenlere karşı (dolaylı ya da dolaysız) neden karşıdır? Görünürde koca bir toplum karşısında bireyin ne gibi bir gücü olabilir ki? Görünürde zaten yoktur. Çünkü görünürde toplum sürüden ayrılanları umursamaz! Mikro düzeyde bu umursamazlık bireyin hayatını dramatik şekilde etkileyebilir.
Toplum bireyin karşısında bu denli güçlüyse neden kendisi gibi olmayanlara karşı aşırı duyarlılık gösteriyor? Komünal bir hayat olan mahalle kültürü mesela. Herkes herkesin ensesinde yaşar! Herkes herkesin her şeyini bilmek ve genel geçer kural ve kaidelerle çelişmediğinden emin olmak ister. Neden? İş dönüp dolaşıp yine bireyselliğe dayanıyor. Kurallar-kaideler çiğnenirse iyi-kötü hayatta kalmayı sağlayan mevcut koşulların zorlaşması, kişinin aleyhine çalışması söz konusu olabilir. Toplum bu açıdan bakıldığında aslında bireylerin toplamı. Toplum baskısı bu açıdan değerlendirildiğinde bireylerin toplu baskısı.
Dijitalden önce bu baskı yerel çapta kalıyordu. Aile, mahalle, okul, iş-arkadaş çevresi ya da bunların birkaçının toplamı. Bireyin bunlarla mücadele etmesi de kolay oluyordu, yaşamda kendi geri kalmışlığına mazeret bulması da. “Aslında çalışsaydım ben de üniversiteye giderdim de işte lisedeki o hocalar beni okumaktan soğuttu”. Gibi.
Dijital ile birlikte mahalle baskısı global boyuta taşındı. Malum sosyal medya cennetinde mutsuz bir allahın kulu yok. Herkes mutlu. Herkes şık şık giyinmiş, geziyor-yiyor-içiyor-eğleniyor. Bu türden içerikleri gören birey her ne kadar bunları o kişilerin sadece mutlu anlarındaki paylaşımları olduğunu bilse ve kendisine anımsatsa da her gördüğüne inanan aptal beyin sürekli öteki mutlu insanlar fotoğrafını bilinç ötesine aktarıyor. Herkes mutlu bir ben mutsuzum!
Sonuç? Anneleri, anneanneleri aratmayacak seviyede bir “el alem ne der?” baskısını birey kendi kendisi üzerinde uygulamaya başlıyor. Belki de farkında bile olmadan! Bunun bir yan etkisini de kişisel gelişim içerikli yayınların (kitap, seminer, etkinlik vd.) patlama yapmasında görmek mümkün. Herkes o mutlu insanlar gazinosunda (olabildiğince) kalıcı yerini almak üzere en kısa yoldan başarılı ve paralı olmanın yollarını arıyor! Hasbelkader o yollardan geçmiş (gibi yapanlar) da bu sayede aradıkları o yolu bulmuş oluyor! Başkalarına “ben yaptım, sen de yapabilirsin! İşte sihirli formülüm!” diyerek.
Çalışmanın, çok çalışmanın, herkesten daha çok çalışmanın akıllara gelmemesi de biraz bununla ilgili. Çalışmak hem yoruyor hem bilgi-beceri gibi altyapı istiyor hem de uzun sürüyor. Oysa tercih edilen modelde bu üç unsura da yer yok! Çalışmayayım, bir şeyler bilmek-öğrenmek zorunda olmayayım, uzun sürmesin!
Sosyal medya bir yanda bireyi içinden çıkamayacağı dijital kuyuların içine atarken öte yanda her el uzatanın sözüne-metoduna kanıp peşinden gidecek kadar naif hale getiriyor. Oysa görünürde cahil-kurnaz karışımından gelen okumuştan daha tedbirlidir; güya kül yutmaz. Ama Galata Köprüsü’nü de Kız Kulesi’ni hep onlar satın alır! Sosyal medyayı bu kadar umursayanlar belki de işe şuradan başlamalı: Kimsenin umurunda değilsin! İster en güzel yerlerde dolaş ister altı aydır bir paylaşımda bulunma! Umursarsa seni bir tek yapay zekâ umursar. O da algoritma iyileştirmek için! Sana bir faydası yok!
Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 428 04.07.2024)