Hiper Sıçrama
Küreselleşmenin kültürü olarak hiperkültür.
Dijitalleşme mi küreselleşme mi? Yoksa ikisi birden mi? “Kültür”ün dönüşmesi üzerinde daha derin etkiler yaratacak? Kültür bir açıdan matematikteki “sonsuz” gibi. Ona ne eklerseniz ekleyin değişmiyor. Kültür de hangi yönden gelen rüzgâr nereye savurursa savursun. Yeterince zaman geçtikten sonra yeni koordinatları ne olursa olsun. O yine yeni haliyle “kültür” olarak kalıyor. Ancak öncesini ve sonrasını anımsayan birileri kaldığı (ya da her iki durumu da kalıcı hale getirdiği) sürece bir şeylerin değiştiği gerçeği varlığını sürdürebiliyor. Eskiden Beyoğlu’na en şık kıyafetlerle çıkılırdı!
Dijitalleşme görünürde kültürel ögeleri format değişikliğine tabi tutuyor. Daha önce fiziksel mecralarda üretilen kültür artık daha ziyade dijital muadillerinde ortaya çıkarılıyor. Dijital fotoğraf, dijital para. Sadece “şey”ler değil kültürel “süreç”ler de dijitale dönüştürüldü, dönüştürülmekte. Kırk sene önce yapılan şeylerin neredeyse tamamı dijitalden yapılabilir hale geldi: Bir şeyler satın almak, fatura ödemek, başvuru yapmak, mektup yazmak-göndermek, sosyalleşmek vb.
Süreçlerin dönüşmesi henüz tamamlanmadı. O nedenle hala “dijital dönüşüm”den bahsediliyor. Kurumlar dijital dönüşüm ofisleri kuruyor. Başlarına üst düzey yöneticiler atıyor. O nedenle henüz “dijital dünya”ya ulaşılamadı ama yavaş denmeyecek bir süratle oraya doğru gidiliyor. Son ögeler de son süreçler de dijitalleştiğinde bu iş bitmiş olacak!
O arada küreselleşme kültürü nasıl dönüştürüyor? Byung-Chul Han’ın Hiperkültürellik kitabı (Ketebe Yayınları) bu sorunsala eğiliyor. Küreselleşme yereli ortadan kaldırmak değil de bütün yerelleri (biraz eğip bükse de) daha büyük tek bir yerelin üyesi haline getiriyor. Birbirleriyle iç içe girmiş. Ama yok olmamış. Birileri keman birileri fagot çalıyor olabilir ama bu müzisyenler bir araya gelmiş hep birlikte ortak bir ezgiye eşlik ediyor: Globalleşme senfonisi!
İster dijitalleştirilsin ister hiperleştirilsin kültür her iki durumda da bireyi ve giderek toplumu zamansız-mekânsız bir üst-evrene taşıyor. Klasik anlamda kültür (“yerel kültür”?) kendine has bir zaman-mekân gerekliliği üzerinde yükselirken hiperkültürde böyle bir şey söz konusu değil. Internet, dijitalleşme bunun altyapısı değil belki ama en büyük destekçisi. Dijitalleşme olmadan küreselleşme olabilir miydi? Olabilirdi. Ama bugün ulaştığı mertebeye belki elli sene sonra ulaşacaktı. Dijital bu vahşi global paradigmada hunharca kullanılan bir katalizör ancak!
Hikâye burada bitiyor mu? Byung-Chul Han’ın her kitabı konsantre tespit ve dolaylı ya da dolaysız eleştiri yüklü. Sanayi toplumu üzerinde yükselen global yapılara karşı (kapitalizm, modernizm, postmodernizm vb.). Ancak bu eleştiri refleksi de kapitalist sanayi toplumu paradigmasının kurallarına uygun olarak yapıldığından alternatif bir öneri ya da paradigma sunmaktan yoksun kalıyor. Han tespit ve eleştirilerinden sonra bir kuram önermiyor. Dolayısıyla bir açıdan bakıldığında ajitasyon yapmakla kalıyor.
Oysa dijital kendi başına yeni bir paradigma oluşturma potansiyeline sahip. Küreselleşmenin katalizörü olmak yerine sanayi toplumunu ortadan kaldırabilir. Çünkü psikolojik üst sınıra dayanmış “insan”ı başka bir boyuta taşıyabilir. Kapitalist paradigmanın yıkılması için insan özbilincinin ölümsüzleşmesi gerekiyorsa bunu dijital paradigma sunabilir. Pek çok iyimser bunun için 21. yüzyılı öngörüyor. En fanatikleri 2029 diyor! İnsan ölümsüzlüğe ulaşırsa ne yapacak? Belki de birileri Borges’in öyküsündeki gibi bir kenara oturup heykel olacak. Birileri ise evrenin öteki ucuna gitmeye çalışacak!
Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 438 12.09.2024)

