“Tema”tik Sorun
Dünyanın bütün kalın kafalıları; gelişin!
Üslubuna yenik düştükleri için üstesinden gelemedikleri Diamond Tema’yı bel altı çalışmalarıyla alt etmeyi başarmış görünüyorlar. Üstelik iki mahalle yek vücut. Malum bir süredir Youtube kanallarındaki ikili tartışma videoları ya da kendi yayınladığı videolarla gündeme bomba gibi düştü Diamond Tema. Otuz yaşında genç, pırıl bir zekâ. Uzmanına dudak uçuklatacak iki oylumlu kitabı var şimdiden. Eksikleri-yanlışları illa ki olacaktır. Ama tek derdi kendisini geliştirmek-rafine olmak!
Din konusunda, teizm konusunda sorular sordukça özellikle muhafazakâr mahalle homurdanmaya başladı. Tartışmaları kişiselleştirmeden, objektif kriterlere sadık kalarak sorduğu sorulara cevap almak ve benzer şekilde sorulacak sorulara cevap vermek düzeyinde tutmaya çalışsa da karşısında bulduğu profil, bu üslubun kendisinin bile tuzak olduğunu değerlendiren, fırsat buldukça kelime oyunlarıyla yan çizip zamana oynayan, dersini yeterince çalışmadan gelmiş örneklerin ötesine geçemiyor.
Bu etkileşimleri sosyal medyadan izleyenler ise bilmediği dilden konuşan birisini görünce “lan bu bana/anama/dinime küfrediyor galiba” refleksi gösterip en ilkel tepkiyi vermekten geri kalmamışa benziyor: (Dijital) Linç! Diamond Tema sosyal medya üzerinden yediği linç eşine ve annesine uzanınca daha fazla dayanamadı ve geçtiğimiz günlerde yarım saatlik sıra dışı bir video yayınlayarak linçe doğrudan ya da dolaylı iştirak eden herkese tabir caizse ana-avrat düz gitti.
Bugüne dek çizgisini-üslubunu bozsun diye yapmadıklarını bırakmayanlar olasılıkla şimdi Tema’yı üslubunu bozmakla suçlayacaktır. Olabilir. Ancak üzerinde düşünülmesi gereken noktayı kaçırmamak lazım: Bizim gibi düşünmeyen-yaşamayan-yemeyen-giyinmeyen-inanmayan vb. birisi çıktığında neden onu yok etmek istiyoruz? Bu sadece Türkiye’nin sorunu değil. Dürüst olalım; bu hal tüm dünyanın sorunu!
Bilgi toplumu denilip duruyor ama bu toplum modelinin toplumun ve bireyin önüne ilk yerleştirdiği aynanın ne olduğu gözden kaçıyor: Cehalet! Bilgi toplumunda önce ne kadar cahil olduğunu görmek-anlamak-kabul etmek zorunda kaldı birey de toplum da. Belki de bu idraki bilgi toplumuna giriş kapısı olarak değerlendirmek lazım. “İlk taşı en günahsızınız atsın” gibisinden bir özeleştiri. Bilgi ile haşır-neşir olacaksan, onu yaşamının merkezine yerleştireceksen önce ne kadar cahil olduğunu kabul etmekle işe başlamalısın! Ki bilgiyi o cehaletten kurtulmak üzere üretesin-kullanasın! Yoksa içeri giremezsin, girsen bile bir fayda bulamazsın!
İşin ilginci inanç cephesinde muhafazakâr olan bireyin bu tür özeleştiriye yabancı olmadığı halde buna en çok tepkiyi gösteriyor olması. Yabancı değil çünkü dünyanın her yerinde dini-ahlaki öğretiler bireye “kendini bil”meyi salık vermekle başlıyor. En saf haliyle tasavvufi yollar da aslında bu kendini bilme yolculuğu değil mi(ydi)? Kendisinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen bireyin kâmil insan olmaya çalışması.
Fiziksel ya da dijital fark etmez linçin, ötekini susturmaya çalışmanın gerisinde birbirini besleyen iki kaynak göze çarpıyor: Bireyin (dolayısıyla toplumun) cahillikten kurtulmayı, kendisini geliştirmeyi reddetmesi. Kendisini geliştirmek isteyenleri de eteğinden tutarak yükselmesini engellemeye çalışması. Herkes en çok benim bulunduğum noktada olursa çukurun dibinde olduğum(uz) sorun olmaktan çıkar! Tevfik Fikret yüz küsur senedir soruyor: “Onlar niçin semada, niçin ben çukurdayım”. (Ian Anderson ise 1972’de şeytanın avukatlığını yapmıştı: “Ve sizin akıllı adamlarınız bilmez nasıl bir his olduğunu/Kalın kafalı biri olmanın”).
Herkese Bilim Teknoloji Dergisi; “Dijital Kültür” Köşesi (Sayı 437 05.09.2024)

